Büyük Babür kralı Ekber tarafından yaptırılan bir kale olan Fatehpur Sikri’yi ziyaret edecek olsaydınız, rehberli turun ilk durağı Ekber’in Hindu karısı Jodha Bai’nin mutfağı olan “Jodha ki Rasoi” dir. Neden ayrı bir mutfak? Çünkü o katı bir vejeteryandı. İnancına saygı duymak için Moğol ve Timurlu kökenli Müslüman bir imparator olan Ekber, ete izin verilmeyen büyük bir mutfak yarattı. Babür mahkemesi sadece saygı duymakla kalmadı, hazırladığı vejetaryen lezzetlerin tadını çıkardılar.
Bu tek ayrıntı Hindistan’ın her zaman ne olduğunu gösteriyor: köklü bir senkretizm ülkesi. Ve bunun en açık kanıtı yemeğimizde yatıyor. Hindistan’ın mutfak mirası sadece tarifler değil; yenilebilir hale getirilen kapsayıcılıktır.
Bu kapsayıcılık üzerinde büyüdüm. Çocukluğum, Hazreti Nizamuddin Aulia’nın langar’ın sadece vejetaryen yemekler servis ettiği türbesinden ‘taberruk’ (kutsal yemek) ile doluydu. Aynı gelenek, Khwaja Gareeb Nawaz ve Qutubuddin Bahtiyar Kaki gibi Chishti tapınaklarında da gelişir. Ayrıca Vaishno Devi’den ‘panchmewa prasad’ı, Bangla Sahib’den ’kada prashad’ı, Janamashtami’deki makhan mishri’yi, Navratri sırasında helva-puri’yi ve Noel’de erikli kekleri de takdir ettim.
Ne yazık ki, medya genellikle toplumsal anlaşmazlığı Hindistan’ın tanımlayıcı gerçekliği olarak tasvir ediyor. Bu gerçeklerden uzak. Persler, Araplar, Portekizliler, Orta Asyalılar ve İngilizlerle yüzyıllarca süren kültürel değişim Hint mutfağını şekillendirdi. Yemeğimiz sadece çeşitlilik değil, inanç ve geleneklerle zenginleştirilmiş ilahi birleşmedir.
Portekizliler, “vinha de alhos” dan (şarap ve sarımsak) türetilen vindaloo’yu getirdiler. Araplar bize kokulu kebaplar ve doyurucu güveçler hediye ettiler. Parsiler, kızarmış tavuğa kendi bakışları olan patra ni machi ve farcha’yı getirdiler. İngilizler mulligatawny çorbasını geride bıraktılar. Bugün Goa’da restoranlar yan yana domuz eti, sığır eti ve saf vejetaryen yemekler sunuyor. Bu kapsayıcılık değilse, nedir?


